Habertürk TV Güvenlik Politikaları Koordinatörü Çetiner Çetin, İsrail’in Lübnan’a yönelik saldırıları devam ederken, ülkede yaşanan son gelişmeleri Lübnanlı politik danışman ve iş insanı Sahdy Karam ile görüştü.
Lübnan’da ekonomi ve enerji sektörlerindeki çalışmalarıyla tanınan Karam, Lübnan’ın çeşitli devlet kurumlarında danışmanlık görevlerinde bulundu. Ülkenin ekonomik sorunlarına çözüm bulmak için girişimlerde bulunmuş ve Lübnan Cumhurbaşkanı Michel Süleyman döneminde ekonomi danışmanı olarak görev almıştır. Süleyman’ın görevi sona erdikten sonra, Başbakan Tammam Salam’ın hükümetinde ekonomik ve dış ilişkiler danışmanı olarak çalışmıştır.
Karam, Lübnan’ın ekonomik krizine ve enerji altyapısına dair çeşitli projelerde yer almış ve enerji ve altyapı yatırımları konusunda aktif bir isim olmuştur. Lübnan’ın iç ve dış politikalarında etkili karar süreçlerinde yer alan Karam, bölgesel işbirliklerine katkıda bulunmaya çalışmıştır.
Ülkenin son yıllarda yaşadıkları hakkında konuşan Karam, “Devlet ciddi bir reform süreci başlatmalı ve Lübnan’ın yaşam şartları iyileşmeli” dedi. “Siyasi boşluk güvensizliğe yol açar ve güvensiz bir ortamda ekonomik yapıyı inşa etmek çok zordur. Hizbullah, siyasi yapının bir parçasıdır,” diye ekledi.
ÇETİNER ÇETİN: Çok kırılgan bir ekonomiye ve siyasi zemine sahipsiniz. Lübnan tüm bu olaylar yaşandıktan sonra nasıl toparlanacak ve düze çıkacak?
SAHDY KARAM: Dürüst olmak gerekirse, mevcut siyasi yapının ve iktidardaki siyasetçilerin güvenlerini yeniden kazanabileceklerini düşünmüyorum. Çünkü çok fazla hata yaptılar ve halk tarafından yolsuzlukla suçlandılar. Bu suçlamaların doğru mu yanlış mı olduğunu bilmiyorum, elimde kanıt yok. Ancak elimizde olan kanıt, son 30 yıldır veya daha uzun süredir iktidarda olan bu siyasi sınıfın etkili ve yetkin olmadığını gösteriyor. Bugün çözülmesi gereken birçok dosya hala çözülmedi ve Lübnan halkının yaşam standardını yükseltmeleri gereken konularda başarılı olamadılar.
Örneğin, elektrik sorununa bakacak olursak, neden hala çözülmedi diye sormak gerekiyor. Lübnan’ın ihtiyacı olan 3000-4000 megavatı karşılamak için bugün birkaç elektrik santrali kurmak, üç veya dört milyar dolarlık bir yatırımla çözülebilecek bir şey. Bu kolayca finanse edilebilir ve ekonomik olarak mantıklı bir adım. Dışarıdan gelen insanlar bu sorunu gördüklerinde neden çözülmediğini merak ediyorlar. Bunun cevabı iki ana sebebe dayanıyor. Birincisi, yolsuzluk ve hırsızlık var. Elektrik sektöründe birden fazla çıkar grubu var ve kimse bu çıkarları bozmak istemiyor çünkü bu ekonomik yapıdan faydalanan kişiler var. İkinci sebep ise yeteneksizlik. Yani, hükümette oturup son 15-20 yıldır tartışılan konuları dinlerseniz, yetkinliğin olmadığını görürsünüz. Yani sadece yolsuzluğu suçlayamayız çünkü yolsuzluğun elbette bir rolü var, ama asıl sorun yeteneksizlik. Ayrıca, ciddi bir reform süreci başlatma iradesinin olmaması da önemli bir faktör. Elektrik sorununu örnek verdim, ama bu durum telekomünikasyon, atık yönetimi gibi diğer temel sorunlar için de geçerli.
Atık yönetimi de çok kolay bir şekilde çözülebilirdi, ama bu girişimler de siyasi engellerle karşılaştı ve aşamadık. Bugün kimin bu işleri yapması gerektiğini sorarsanız, size kesinlikle mevcut kişiler olmadığını söylerim. Çünkü yetenekleri yok ve siyasi yapı çok zor. Yolsuzluk hala bu denklemde en önemli unsurlardan biri.
Bugün bankacılık sektöründen bahsedecek olursak, bankaların yeniden hareket edebilmesi için güvenin geri kazanılması gerekiyor. Her başarılı ekonomik projenin temel unsuru güvendir. Güven olmadan bankalar nasıl işleyebilir? Devlet güveni ortadan kaldırdı, bu yüzden bankaların yeniden çalışabilmesi için devlete güvenin yeniden inşa edilmesi gerekiyor. Devletin ciddi bir reform süreci başlatması gerekiyor, bu reformlar vergi konularını ve bankacılıkla ilgili sorunları içermeli. Ancak her şeyden önce, devlet geçmişte yaptığı hatayı kabul etmeli. Çünkü devlet borç aldı ve bu paraları akıllıca harcamadı, sonuç olarak merkez bankası politikaları devreye girdi ve bugün bedelini ödüyoruz. O zaman bu politikaları iyi bulduk, ama aslında sorunu ertelemekten başka bir şey yapmadık.
Siyasi boşluk ile ekonomik durum yakından bağlantılı. Siyasi boşluk olduğu sürece güven geri gelmez ve temel reformların başlaması imkansız olur. 2016-2017 yıllarına kadar siyasi durum pek iyi değildi, ama ekonomimiz ve bankacılık sistemi oldukça iyiydi. Siyasi yapı ile ekonomik yapı arasında bir denge vardı. Ancak, ekonomik kriz patlak verdiğinde, ekonomi sarsıldı ve sonuç olarak siyasi sisteme de güven kalmadı. Bugün bu durumu düzeltmek istiyorsak, hem siyasi hem de ekonomik tarafı ele almalıyız. Ancak bugün sadece ekonomik yapıyı düzeltmek, devlete olan güven yeniden inşa edilmeden çok zor. Devletin dışında ülkeyi yeniden inşa etme fikri artık kabul edilemez ve bu fikir mutlaka uygulanmalı.
Ne yazık ki, bu fikri kim uygulayacak? Bugünkü siyasi sınıf bu yapıyı sürdüremeyecek. Çünkü mevcut siyasi yapı mezhepçi bir dağılıma dayalı, yolsuzlukla dolu ve devletin karşı karşıya olduğu tüm sorunlara yol açtı. Bu sorunları çözmeden, ciddi reformlar yapmadan ve devlette güven sağlayacak kişiler olmadan ekonomik yapıyı yeniden inşa etmek çok zor. Bu mümkün mü? Tabii ki mümkün, ama niyet ve imkanlar gerekiyor. Bankalar ise bugün ellerinden geldiğince dar bir alanda çalışmaya ve ekonomiyi canlandırmaya çalışıyor.
ÇETİNER ÇETİN: Halk, iş dünyası, esnaf yani Lübnanlıların siyasete güveni kalmamış. Bu siyasi dinamikleri dikkate aldığımızda ülkedeki güven inşaasını nasıl sağlayacaksınız? Ülke ağır bir iç savaş sürecinden geçti….
SAHDY KARAM: Hizbullah’tan bahsedecek olursak, Araplar, Avrupalılar ve tabii ki Amerikalılar arasında Hizbullah’a karşı bir tutum var ve bu çizgide devam ediyor. Bugün, uluslararası toplumda Hizbullah’a yönelik bir sempati bulamıyoruz, özellikle bu kriz döneminde. Herkes, bu operasyonun devam etmesinden neredeyse memnun çünkü Hizbullah, yurt dışında terörist bir örgüt olarak nitelendiriliyor ve bu şekilde hedef alınıyor. Ancak dünya, Lübnan’ın çok sayıda mezhep ve siyasi yapıdan oluştuğunu unutuyor. Hizbullah, bu yapıların bir parçası ve biz Lübnan’da asla Hizbullah’ı bir terör örgütü olarak kabul etmedik. Bu örgüt, Lübnan’ın hem siyasi, hem ekonomik, hem de askeri yapısının bir parçası. Yıllardır bu yapıyı kabul ettik, yıllardır bu yapıyı savunduk ve 2006’da İsrail’in saldırısına karşı Hizbullah’ın ne yaptığını, nasıl direndiğini gördük. Bu, Lübnan toplumu tarafından kabul edilen bir durum.
Bugün birinin bu konuda şüphesi varsa, gitsin Hristiyan ve Sünni bölgelerine, ister kuzeyde ister Lübnan Dağı’nda olsun, İsrail bombalarından kaçan Şii mültecilerin nasıl karşılandığını görsün; ister güneyden ister Bekaa’dan ya da Beyrut’un güney mahallelerinden gelsinler. Bu, bizim aslında birbirimize bağlı bir halk olduğumuzu gösteriyor. Hizbullah ve ona ait olan çevrenin, genellikle “Hizbullah’ın çevresi” olarak anılan – Şii toplumu demiyorum, çünkü Şii toplumu içinde farklı düşünenler de var – Hristiyanlar, Sünniler ve Dürziler, Hizbullah’ı bir parça olarak görüyor, onu ailelerinin, düşüncelerinin, zorluklarının ve hayatlarının bir parçası olarak kabul ediyorlar. Bu ülke, tüm parçalarıyla birlikte bir bütün olarak var olabilir.
Bir dönem, ülkedeki Hristiyan varlığına yönelik bir tehdit olduğunu hissettik. Birçok Hristiyan, “Bizi buradan kovmaya çalışıyorlar” diye düşündü ve maalesef bazı zarar verici sözler sarf edildi, özellikle Maruni Patriği hakkında. Bu hoş değildi, ama bu sözleri söyleyen kişi her kimse Lübnanlı değildi. Hizbullah’ın liderleri ve diğer liderler, böyle düşünse bile bunu dile getirmezler, çünkü bu siyasi olarak doğru bir söylem değildir. Bu tür söylemlerle insanların içindeki öfkeyi körüklemezler. Ancak, sahada olanlar tam tersini gösteriyor: Lübnan halkı bir arada duruyor ve güneyde, Bekaa’da ve Beyrut’un güney mahallelerinde olanlar hepimizi etkiliyor.
Bugün İsrail ve Amerikalılar, “Devleti geri alın, devleti yeniden inşa edin” diye açıklamalar yapıyorlar ve bu, iç savaş için kışkırtmadır. Bu, yapmamamız gereken bir şeydir, çünkü iç savaş şu anda bizi tamamen yok eder. Bu yüzden zihinlerin ve kalplerin biraz soğuması gerekiyor ve tam tersine, bu duruma farklı bir açıdan bakmamız gerekiyor. Benim görüşüme göre, Lübnan toplumunun ve siyasi yapısının tüm unsurları, geçmişte yapılan hataları düzeltmenin zamanı geldiğini anlamalı. Eğer Hizbullah geçmişte bazı hatalar yaptıysa, şimdi bu hataları düzeltme zamanı. Hizbullah, Lübnan’ın bağımsızlığından beri alışık olduğumuz gibi bir yapı kurmak istediğini, herkesin hakkını koruyan bir sistem istediğini söylemeli. Hizbullah’ın da Hristiyanlar, Sünniler ve Dürziler gibi kendi hakları vardır. Bugün belki de her kesimin bir girişimde bulunarak devletin kurumsal yapısını yeniden inşa etmesi gerekiyor. Bunun ilk kanıtı, adil ve tarafsız bir cumhurbaşkanlığı seçimi yapılması olacaktır, her bir tarafın sadece kendi temsilcisini getirmek istemediği bir seçim.
ÇETİNER ÇETİN: Kıdemli bir siyasetçi olarak ve Lübnan’ın iç savaş yıllarının tecrübesi ve ülkenize karşı açılan savaş sürecinde tamamlandıktan sonra Gazze savaşından buyana bölgedeki rüzgar nereye savrulur, tüm bu sürecin Lübnan’a maliyeti ne olur? Siyasi taraflar bu süreçten nasıl etkilenir? Lübnan’da siyasi karar almak neden çok zor?
SAHDY KARAM: Çünkü Lübnan’ın yapısı, bir nevi demokrasiye dayanan ve herkesle uzlaşmayı gerektiren bir sistem üzerine kurulmuş. Bugün karar almak için herkesin hemfikir olması gerekiyor. Eğer tek bir unsur, hatta önemli olmasa bile bir unsur bile karşı çıksa, sanki Lübnan’daki her mezhep karar alma sürecinde eşit hakka sahipmiş gibi oluyor. İster siyasi bir konuda olsun, ister hükümetin yasal çerçeve oluşturması gereken özel bir konuda olsun, Lübnan’da karar almayı zorlaştıran bu unsurların her biri süreci tıkayabiliyor. Meclis’teki herhangi bir grup bu karar alma sürecini bozabiliyor. Yani karar almak çok zor.
Şimdi İsrail konusunda bu olay nasıl gerçekleşti? Olay şöyle oldu: İsrail, 27 yıl önce Filistinlilerin yaptığı operasyonun ardından Gazze’ye saldırınca, Hizbullah ve nihayetinde İran, bu politikayı etkileyen unsur olarak Gazze cephesini korumanın görevleri olduğunu düşündüler. Gazze’yi korumak istediler, bu da ellerindeki diğer güç, yani Hizbullah aracılığıyla oldu. Hizbullah, Gazze’ye yapılan saldırıyı hafifletmek için Lübnan’dan bir cephe açmayı denedi. Ancak doğanın kabul edemeyeceği bir şey var; iki taraf aynı anda farklı iki cephede savaşamaz. Biri çok yoğun ve şiddetli bir savaş yürütüyorken, diğeri hafif bir saldırı yapıyor olamaz. Şiddetli bir savaş sürerken, karşınızdaki taraf sadece ara sıra bir füze gönderemez, bu tarihte hiçbir zaman böyle olmamıştır. Eğer tarih okuyacak olursak, bunun böyle gerçekleşmeyeceğini görürüz. Ya şiddetli savaş yürüten taraf savaşın yoğunluğunu azaltacak ya da daha hafif savaşan taraf savaşı yoğunlaştıracak ki, dengeli bir savaş olsun.
Yani, İsrail’in son üç ya da dört haftada yaptıklarının kaçınılmaz olduğunu göremeyen biri kördür. Stratejik olarak bunun olmaması mümkün değildi. Şimdi olan oldu. Peki bugün bu duruma nasıl karşı koyacağız? Bugün diplomatik bir yol var mı? Diplomatik bir yolla İsrail gibi bir düşmanla başa çıkmak için ya ona zarar verecek bir gücünüz olmalı, yani İsrail’in sizden korkmasını sağlayacak savunma gücüne sahip olmalısınız, ya da uluslararası toplum sizinle birlikte hareket edip çözüm için baskı yapmalı. Ancak biz bugün İsrail’e zarar verebilecek güce sahip değiliz. İran’ın saldırılarını, buradaki Hizbullah’ın yaptıklarını gördük. Ne kadar yapabildiklerini gördük ve İsrail’i caydıracak, saldırmadan önce yüz kere düşünmesini sağlayacak bir güç oluşturamadık. Bu bir parametre ve ortadan kaldırılması gereken bir gerçek, çünkü şu an mevcut değil. Üç ya da dört yıl içinde Hizbullah ve İran’ın bilmediğimiz bir silaha sahip olup olmadığını göreceğiz, eğer bir gün bu silahı çıkarıp kullanırlarsa, o zaman belki İsrail’i caydırabilirler.
İkinci mesele ise uluslararası toplumun rolü. Bugün uluslararası toplum alışılmadık bir şekilde sessiz. Bugün iki grup var: İsrail’e baskı yapmak isteyenler, mesela Fransızlar ve dün İspanyollar, ama ellerinde güç yok. Bir de Amerikalılar var, tek güce sahip olanlar ama İsrail’e baskı yapmak istemiyorlar. Bugün Amerikalıların devreye girdiğini ve ateşkesi sağlamak istediklerini düşünüyoruz, ancak bu gerçeklerle örtüşmüyor. Amerikan tutumlarını analiz eder ve sahadaki duruma bakarsak, Amerikalıların İsrail’in saldırısını durdurmak gibi bir niyetlerinin olduğunu kimse aklı başında bir şekilde iddia edemez. Bu doğru değil. Ne yazık ki, küresel ve Arap kamuoyunda bu konuda büyük bir yanılgı var.
ÇETİNER ÇETİN: Türkiye-Lübnan ticari ve sosyal ilişkilerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
SAHDY KARAM: Her halükarda bugün, eskisi kadar çok mal ithal etmeyi kendimize artık izin veremiyoruz çünkü fiyatlarını ödeyecek durumda değiliz. Özellikle gıda sektörü konusunda, mesela bisküvi ve diğer Türk gıda ürünleri bizim için çok daha uygun. Yani bu ürünleri ithal edebiliyoruz ve bu konuda pazarlarımız da ihtiyaçları karşılıyor. Türkiye ile aramızdaki ticaret kanalı da kesinlikle arttı. Siyasi ilişkiler de iyi bir durumda, ancak bu ilişkilere daha fazla özen göstermemiz, onları geliştirmemiz ve en üst düzeyde yakın ilişkimizi sürdürmemiz gerekiyor.
Çok önemli bir konu daha var: Lübnanlıların vizesiz olarak Türkiye’ye gidebilmesi. Bugün, Lübnanlıların vizesiz olarak gidebildiği tek ülke Türkiye. Birçok Lübnanlı, Türkiye’ye gidip orada kalıyor, oradan başka yerlere seyahat ediyor. Türkiye bu konuda bize kucak açmış durumda. Türkiye de bizim gibi zor bir deneyim yaşıyor, çünkü Suriyeli mülteciler konusu var. Elbette Türkiye’nin 70 milyondan fazla nüfusu var ve bu durumu Lübnan toplumuna kıyasla daha iyi absorbe edebiliyor. Ancak, Suriye gibi kardeş bir ülkeden 3-4 milyon mülteciyi barındırmak, sınırında böyle bir yük taşımak büyük bir sorumluluk. Burada yollarımız kesişiyor: Bizim de Suriyeli mülteciler konusunda yükümüz var, Türkiye’nin de var. Türkiye’nin Suriyeliler konusundaki yönetimi bizimkinden çok daha başarılı oldu ve bu başarı Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın cesareti sayesinde gerçekleşti. Erdoğan, Avrupalılara “Onları bende tutun, ama yardım edin” dedi. Biz böyle bir şey söylemeyi başaramadık.
Ben bu ilişkilerin savunucusuyum ve bu ilişkilerin tüm alanlarda gelişmesini yürekten diliyorum.
ÇETİNER ÇETİN: Türkiye’nin İsrail’in Gazze ve Lübnan işgali karşında ortaya koyduğu politik tavrı nasıl değerlendiriyorsunuz?
SAHDY KARAM: Öncelikle, Türkiye-Lübnan ilişkileri her zaman iyiydi. Türk ordusu ülkeyi yönetirken bile ilişkiler iyiydi ve Cumhurbaşkanı Erdoğan göreve geldiğinden beri ilişkiler daha da gelişti ve ilerledi. Hatırlıyorum, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile birçok kez Cumhurbaşkanı Michel Süleyman’la beraber olduğum toplantılarda ve Başbakan Tammam Salam’la beraber olduğum zamanlarda bir araya geldik. Erdoğan beni her zaman etkiledi çünkü o sert bir adam. Toplantıya girdiğinizde biraz şaşırıyorsunuz, çünkü söylediklerinizin doğru mu yanlış mı olduğunu anlamakta zorlanıyorsunuz. Benim görüşüme göre, Cumhurbaşkanı Erdoğan’la asla poker oynanmaz, çünkü elinde ne olduğunu asla bilemezsiniz. Ama o bir ilke adamı, ilkelerine sıkı sıkıya bağlı. İsrail’e karşı aldığı tavır, tam anlamıyla bir devlet adamının tavrıydı ve değerlere bağlı bir adam olduğunu gösterdi. Dünyada artık değerlerine bağlı uluslararası liderler kalmadı, eskiden olduğu gibi De Gaulle, Chirac gibi isimler kalmadı.
Türkiye ile ilişkimiz mükemmel ve bu ilişkiye büyük önem veriyoruz. Birkaç yıl önce Wajih Bazri ile birlikte bir girişim başlattık; amacımız Lübnan, Ürdün, Türkiye, Suriye ve ileride Mısır arasında bir tür ortak pazar oluşturmak, ticaret alanında kısıtlamaları azaltmak, iş gücü hareketliliğini kolaylaştırmak ve Avrupa Birliği benzeri bir yapı oluşturmaktı. O zamanlar biz buna G4 adını verdik ve Mısır’ı da bu yapıya dahil etmeyi ciddi şekilde düşündük. Ancak 2010 yılında Suriye’de olanlar bu çalışmayı bozdu. Bu fikrin en büyük destekçisi Cumhurbaşkanı Erdoğan’dı ve biz ilişkileri genişletebileceğimiz konusunda çok umutluyduk. Bugün de bu ilişkilerin genişletilmesi gerektiğine inanıyorum ve Lübnan’a en fazla destek veren liderlerden birinin Cumhurbaşkanı Erdoğan olduğunu düşünüyorum. Aldığı tutumlar oldukça asil ve Lübnan’ın çıkarına. Ekonomik açıdan, bu ilişkinin gelişmesini diliyorum.
Sahdy Karam Kimdir:
Karam, aynı zamanda özel sektörde de önemli görevler üstlenmiştir. 2020 yılına kadar Kıbrıs’ta Astrobank adlı bir bankanın yönetim kurulu başkanlığı yapmıştır. Lübnan’ın ekonomik krizine ve enerji altyapısına dair çeşitli projelerde de rol almış, enerji ve altyapı yatırımlarında aktif bir isim olmuştur. Politik danışman olarak, Lübnan’ın iç ve dış politikalarında etkili karar süreçlerinde yer almış, bölgesel işbirliklerine katkı sağlamaya çalışmıştır.
GENEL
2 saat önceGENEL
2 saat önceGENEL
2 saat önceGENEL
2 saat önceGENEL
2 saat önceGENEL
2 saat önceGENEL
3 saat önce