Şapka Devrimine Ne Oldu?
Ebru Mahmutoğlu'nun Haberler.com'da yayımlanan "Şapka Devrimine Ne Oldu?" başlıklı yazısı, yüzeysel bir tartışmanın ötesinde, günümüz Türkiye'sinin derinliklerine uzanan önemli bir meseleyi ele alıyor. AB üyeliği sürecindeki uzun ve sonuçsuz bekleme, bu meselenin bir yansıması olarak düşünülebilir.
Cumhuriyet devrimlerinin, Osmanlı'nın son dönemlerindeki yıkıcı süreçlerle bağlantılı olduğu iddia ediliyor. Cumhuriyet'in kuruluş kadrosunun başarısı, fikirsel üstünlüklerinden değil, devrimci yöntemlerinin şiddet içerikli olmasından kaynaklanıyor deniliyor.
OSMANLI'DA FES, CUMHURİYETTE ŞAPKA
Osmanlı'da devlet eliyle üretilen fesin yerini, Cumhuriyet döneminde Batı taklitçiliği sonucu dayatılan ve yine devlet eliyle teşvik edilen şapka aldı. Üstelik şapka fabrikaları kurulmadan, halk borçlanarak ithal şapkaları almak zorunda bırakıldı.
Şapka takmama cezası başlangıçta birkaç ay hapis cezasıyla sınırlıyken, daha sonra şapka nedeniyle idam edilenlerin sayısı yetmişe ulaştı. Ancak esas amaç şapka değil, İslam ve bin yıllık kültürü reddeden, Batı'ya yönelik devrimlere karşı çıkabilecekleri tasfiye etmekti.
Bu tasfiye, yaygın korku ve baskı yoluyla başarıldı. Ömer Nasuhi Bilmen gibi birçok İslam alimi, ölümüne kadar şapka takmak zorunda kaldı.
MİLLETİN ÖZGÜRLÜĞÜ VE ŞAPKAYI ATMA ANISI
Korku altında şapka takan millet, özgürleştiğinde şapkayı attı. Günümüzde, hatta Atatürkçü Düşünce Derneği üyeleri arasında bile şapka takan bulmak zor.
Peki, Atatürkçü fikirleri savunduğunu belirten Soner Yalçın, Uğur Dündar, Emin Çölaşan gibi yazarlar ve CHP, AKP içindeki Kemalizmin temsilcileri şapka takmalı mıydı?
Şapka devrimi gibi eğitim, hukuk ve harf devrimlerinin de halk tarafından doğal olarak benimsenmesi beklenmediği, faydasının sorgulandığı ifade ediliyor. Lozan'dan kaynaklı ve dış destekli bu devrimler, yüzyıldır dayatılıyor ve yasalarla korunuyor.
Milletin kültürel sömürünün sonuçlarını fark edememesi, eleştiri ve taleplerin zayıflığına yol açıyor. Yetişmiş aydınların da gerçekleri araştıracak akıl ve cesaretten yoksun olduğu öne sürülüyor. Tarihsel ihtişamlı dönemlerle kıyaslandığında ise, saraylardan gecekondu hayatına geçişin trajik bir tablo sunduğu belirtiliyor.
Sonuç olarak, Batı kökenli ve faydasız özenti olan bu devrimlerin, milletin kendi potansiyelini gerçekleştirmesini ve İslam dünyasına önderlik etmesini engellediği vurgulanıyor. Bu devrimlerin bir kısmının kaldırılması, bir kısmının da düzeltilmesi gerektiği savunuluyor.
Bu mücadele, bir cihat olarak nitelendiriliyor ve Allah'ın mücahitlere yardım edeceği umut ediliyor.