DOLAR 34,2229 -0.03%
EURO 37,5626 0.14%
ALTIN 2.887,440,63
BITCOIN 2075310-1.92584%
İstanbul
23°

AÇIK

19:58

YATSIYA KALAN SÜRE

Derimizdeki Mikroorganizmaların Sağlığımız Üzerindeki Etkisi
14 okunma

Derimizdeki Mikroorganizmaların Sağlığımız Üzerindeki Etkisi

ABONE OL
Ağustos 15, 2024 08:44
Derimizdeki Mikroorganizmaların Sağlığımız Üzerindeki Etkisi
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Vücudumuzun yüzeyinde sayısız bakteri, mantar ve virüs yaşar. Bu mikroskobik canlıların sağlığımızda oynadığı hayati rolü ancak son zamanlarda keşfetmeye başladık.

Derimiz, çeşitli organizmalarla doludur. Herhangi bir deri bölgesine yeterince yakınlaşırsanız, 10 bin ile bir milyon bakteriye denk gelirsiniz. Bu da cildimizin mikroorganizmalarla dolu bir ekosistem olduğunu gösterir. Bu düşünce pek hoşunuza gitmeyebilir.

Ancak bu durumun gerçekte tersine olabileceğini de belirtmek gerekir. Derimizdeki mikrobiyotanın (floranın) sağlıklı kalmamızda önemli bir rol oynadığını ve diğer şaşırtıcı faydalar sağladığını gösteren kanıtlar giderek artıyor.

Bağırsak mikrobiyomunun, yani bağırsaklarımızı mesken tutan mikrop ekosisteminin önemi zaten biliniyor. Bakteriler, mantarlar, virüsler ve diğer tek hücreli organizmaların diyabetten astıma ve hatta depresyona kadar pek çok hastalıkta önemli bir rol oynadığı kabul ediliyor.

Şimdi ise derimizdeki mikroorganizmaların da en az bu kadar faydalı olabileceği anlaşılıyor. Bu organizmalar, vücudumuzun yüzeyine yerleşmeye çalışan zararlı patojenlere karşı ilk savunma hattını oluşturur. Aynı zamanda günlük hayatta karşılaştığımız kimyasalların bir kısmını parçalar ve bağışıklık sistemimizin gelişmesinde önemli bir rol oynarlar.

Aslında ağzımız ve bağırsaklarımızdaki güvenli, sıcak ve nemli ortama kıyasla, tenimiz mikroorganizmalar için oldukça zorlu bir ortamdır.

Hull Üniversitesi’nde yara iyileşmesi konusunda ders veren Holly Wilkinson, “Deri, vücudun diğer kısımlarına kıyasla çok zorlu bir yerdir. Kuru, çorak ve dış etkilere açık bir ortamdır. Burada yaşayan bakteriler bu baskılarla başa çıkmak için milyonlarca yıllık bir evrim süreci geçirmiştir” diyor.

Bu ortak evrimleşme bizlere de birçok fayda sağlar.

Tüm deri bölgelerimizde mikroorganizma dağılımı eşit değildir. Bakteriler yaşadıkları yer konusunda oldukça seçici davranabilirler. Alnınıza, burnunuza veya sırtınıza pamuklu bir çubuk dokundurduğunuzda, bu bölgelerin kutibakteriyum ile dolu olduğunu fark edersiniz. Bu bakteri grubu, deri hücrelerimizin cildimizin nemlenmesi ve vücudumuzun en dış katmanının korunması için ürettiği yağlı salgıyla beslenerek evrimleşmiştir.

Sıcak ve nemli koltuk altınızdan bir örnek aldığınızda ise büyük olasılıkla stafilokok ve korinebakteriyum türlerine rastlarsınız. Ayak parmaklarınızın arasında bolca propiyonibakteriyum türleri bulunur. Bu bakteri türlerinin bazıları, diğer pek çok bakteri türüyle birlikte peynir yapımında da kullanılır.

Derinizin kollar ve bacaklar gibi kuru bölgeleri, bakteriler için pek yaşanılabilir yerler değildir. Bu nedenle burada yerleşen türler fazla kalmaz. Ayrıca, vücudumuzun diğer dış bölgelerine kıyasla, bu bölgelerde yaşadıkları virüs oranı daha yüksektir.

Binlerce yıllık bir süreçte, bu mikroplar insanlarla simbiyotik (ortak yaşar) bir ilişki geliştirmiştir. Derimizde yaşayan bakteriler, mantarlar ve maytlar (akarlar) vücudumuzun sürekli olarak ürettiği zengin besinlerden faydalanırlar. Ancak biz de derimizdeki mikroorganizmalara bağımlıyız. Çünkü bu mikroorganizmalar, rekabete girerek daha zararlı, hastalıklara yol açan bakterileri püskürtmemize yardımcı olan faydalı türlerdir.

Wilkinson, “Sadece orada tüm bu bakterilerin zaten yaşaması, patojenlerin yerleşecek yer bulmasını zorlaştırıyor. Gelen herhangi bir bakterinin sistemi yıkması gerekiyor ve bunun için de bu ortamda yaşamak için evrimleşmiş bakterilerle rekabete girmeleri gerekiyor” diyor.

Savaşçı Bakteriler

Derimizdeki bakteriler, potansiyel işgalcilerin büyümesini engelleyen veya doğrudan öldüren kimyasallar salgılayarak da savaşabilirler. Örneğin, stafilokok epidermidis ve stafilokok hominis hayvanlara ve insanlara bağımlı türlerdir. Bu bakteriler, MRSA enfeksiyonlarıyla bağlantılı ve deri enfeksiyonlarının sık görülen bir sebebi olan zararlı stafilokok aureus’u engelleyen antimikrobiyal moleküller üretirler.

Bazı uzmanlar ayrıca, bağırsak mikroorganizmaları gibi derimizdeki mikroorganizmaların da çocukluğumuzda bağışıklık sistemimizi “eğittiğine”, hangi hedeflere saldırılacağını ve hangilerinin görmezden gelineceğini öğrettiğine inanmaktadır. Örneğin, derideki belirli bakteri çeşitliliği ile daha düşük alerji riski arasında bir bağlantı olduğu düşünülüyor.

Peki, derimizdeki mikroorganizmalar dünyasının hassas dengesi bozulursa ne olur? Deri “disbiyozu” adı verilen bu durum, atopik dermatit (bir tür egzama), gül hastalığı, sivilce ve sedef hastalığıyla ilişkilendiriliyor.

Kafa derimizdeki kepeklenme bile belli bir tür mantarla ilişkilendiriliyor. Malassezia furfur ve Malazzezia globosa mantarları, oleik asit adlı bir kimyasal üretir. Bu kimyasal da kafa derimizdeki stratum corneum hücrelerini bozarak kaşıntılı bir iltihaba yol açar.

Ancak bu hastalıklarda, nedenin mikroorganizmaların kendisinin mi, yoksa hastalık sonucu mikroorganizmaların değişmesi mi olduğunu belirlemek zor.

Yaşlanmanın Etkisi

En azından kısmen derideki kötü bakterilere bağlanabilecek bir diğer olgu da derideki yaşlanmadır. Yaşlandıkça derimizde yaşayan bakteri türleri değişir. Yaşlandıkça enfeksiyonlara karşı koruyan ve cildi nemli tutan “iyi” bakteriler azalır ve zararlı patojenik bakterilerin seviyesi yükselir. Bu durum da deri iyileşmesini etkiler.

Wilkinson, “Daha yaşlılarda yağ üretimini sağlayan bakteri türlerinin azalması nedeniyle deri daha kuru hale gelir. Bu da deri bütünlüğünü azaltır ve deri enfeksiyonları riskini artırır” diyor.

“Kötü” bakteriler, yaraların iyileşmesini de olumsuz etkileyebilir. Pennsylvania Üniversitesi’nden Dermatoloji ve Mikrobiyoloji Profesörü Elizabeth Grice’ın yaptığı bir araştırma, deri mikroorganizmaları olmayan farelerin derilerindeki yaraların iyileşmesinin çok daha uzun sürdüğünü tespit etti.

Kronik, iyileşmeyen yaralar her dört diyabet hastasından birini ve 65 yaş üzeri her 20 kişiden birini etkileyen ve yaşamı riske atan bir durumdur.

Bazı araştırmalar, deri mikroplarının yaraların iyileşmesinde fayda sağlayabileceğini göstermiştir.

Hatta derideki mikroorganizmaların, bizi ultraviyole ışınlarının olumsuz etkilerinden koruyabileceğini gösteren bazı kanıtlar da vardır. UV radyasyonu deriyi etkisi altına aldığında DNA’ya zarar verebilir. Ancak deri hücrelerinin kendisinde bir koruma mekanizması vardır.

Manchester Üniversitesi’nden dermatoloji profesörü Catherine O’Neill,

“Deri hücrelerindeki üreme durur ve deri hasarlı DNA’yı onarmak için bir dizi kontrole girer. Onarılamazsa, deri hücreleri kendilerini öldürür” diyor.

Ancak O’Neill geçtiğimiz günlerde yaptığı bir araştırmada, mikroorganizmalar deriden çıkarıldığında, deri hücrelerinin DNA hasarı olsa bile bölünmeye devam ettiğini bulmuştur.

“Açıkçası bu tümörlere karşı gerçekten önemli bir koruma mekanizması. Mikroorganizmaların da bunun büyük bir parçası olduğu açık.”

Peki, derimizdeki kötü bakterileri bir şekilde iyi bakterilerle değiştirerek sağlığımızı iyileştirebilir miyiz?

Bu mümkün. Ancak bunu yaparken derinizdeki mevcut mikroorganizma topluluğunu yok etmeniz gerekir ve bu da antibiyotik direnci gibi diğer sorunlara yol açabilir.

Derimizdeki mikroplar yaşadığımız çevreden oldukça etkilenir. Dolayısıyla etrafımızdaki dünyanın derimizdeki bakteri, mantar ve virüs çeşitliliğine nasıl bir katkı yaptığını değerlendirmeliyiz. Hatta kullandığımız kozmetik ürünleri bile derimizdeki mikroorganizma dünyasını değiştirebilir.

Bazı şirketler, deriye “probiyotikler” veya doğrudan bakteriyel proteinler ve yağlar uygulayarak iyi bakterileri besleyebileceğimize inanıyor. Bunun ne kadar etkili olduğuna dair çok az kanıt var ve bunların farklı deri bakterileri dengesini değiştirebileceğine dair işaretler de var.

BBC

Bakteri Sağlık Haberler

En az 10 karakter gerekli


HIZLI YORUM YAP

Güvenliğiniz bizler için önemli. Bu yüzden gizlilik politikası sayfamızı inceleyiniz.